Banner Maker
BannerBreak.com - Banner Maker - Banners - MySpace Layouts Ziyaret Edenlere Tesekkür Ederiz...

   
 
  Oyun İnceleme [Arşiv]
Prince of Persia


Bu laf çocukluğumuzdan aşina olduğumuz bir masal başlangıcıydı. Büyülü şehirler, kahraman prensler, güzel prensesler ve çok güçlü kötü adamlar. Yüz yıllarca süren hayal gücünün birikimi hep bu masallarda yansırdı. Yatmadan önce hayal gücümüzü şekillendiren bu masallar, teknolojiyle birlikte aynı misyonu popüler kültür eserlerinde gerçekleştirmeye başladı. Kitaplar, filmler ve bilgisayar oyunları hep bu masallardan izler taşır. Bazıları daha belirgin, bazıları ise alt metinlerde gizli esintiler. Ancak bir oyun var ki, geldiği yeri hiçbir zaman inkar etmiyor. Hatta 1001 Gece Masallarına eklenecek kadar iyi bir içeriğe sahip. İsimsiz bir kahramanın düşmanlarla dövüşüp, türlü türlü maceraya girdiği oyun. Diğer adıyla Prince of Persia...

İlk POP oyunu 1989 yılında Jordan Mechner tarafından geliştirildi. Mecher, kardeşine akrobatik hareketler yaptırdı ve bunları videoya kaydetti. Saatlerce üzerinde çalışarak bu hareketleri oyuna çizdi. Günümüzde de oyunların olmazsa olmazı olan bu teknik o zaman büyük bir hayranlık uyandırmıştı. Belirli bir sürede bitirilmesi gereken ilk POP oyununda, prensimiz hain vezirden intikam almak için tuzaklarla dolu saray zindanından kaçmaya çalışıyordu. Yanlış bir adım, bubi tuzaklarını çalıştırıyordu ve sonuçsa ölümcüldü. Serinin bu ilk oyunu neredeyse her oyun platformuna uygulandı. Yıllar içerisinde devam oyunları da yapıldı. Özellikle 10 yıl şerefiyle piyasaya sürülen Prince of Persia 3D merakla bekleniyordu. Motion Capture özelliğini sonuna kadar kullanan bu oyun, o zamana kadar yapılmış en gerçekçi kılıç dövüş özelliklerine sahipti. Ancak eleştirmenler üzerinde istenilen etkiyi bırakamadı. Çünkü oyun fazla Tomb Raider gibiydi ve kimse Lara Croft'un güzelliğini izlemek yerine, şalvarlı bir adamı izlemek istemedi...



Ubisoft projeyi böyle kırık bir zamanda devraldığında kimse böylesine büyük bir patlama beklemiyordu. Prince of Persia: Sands of Time masalsı yapısı, zamanı geri alma özelliği ve yeni akrobatik hareketleriyle herkesi büyüledi. Yeni Prens, sünnet kıyafetleriyle duvarlarda yürüyordu. Free run adlı marjinal sporun kronolojik olarak tarihteki mucidiydi. Fransa'da yaygınlaşan bu spor özetle, bir noktadan başka noktaya giderken, en uçuk yolları seçmek ve mümkün olduğu kadar akrobatik hareket yapmayı gerektiriyor. Kısacası, evinizden işinize giderken, duvardan duvara zıplama, çatılarda yürüme gibi şeyler yapmak gerekiyor. Daha sonra Assassin's Creed'e de bu sistem zirveye ulaşacaktı. Sands of Time eski bir Ortadoğu efsanesinden esinlenmişti. Oyunda ölümsüzlük hayalleri olan Pers veziri, babasına kendini kanıtlamaya çalışan Prensi kandırıp, zamanın kumlarını serbest bıraktırmıştı. Bu kumlar bir hançer ve kolye sayesinde zamanı kontrol etmeye yarıyordu. Aynı zamanda lanetliydiler ve etrafındaki herkesi garip yaratıklara çevirdiler. Hançere sahip olan Prens ile kolyeye sahip olan Farah dışında herkes bu lanetten etkilendi. İlk oyunda Prens, hızlı düşünme ve dakik davranma gerektiren türlü ölüm bulmacısıyla uğraştı, hain veziri yendi ve en sonunda zamanın kumlarını ait olduğu yere kapattı. Tam bir masal gibi her şey iyi bitmişti. Ya da biz öyle sandık, çünkü kısa süre sonra Prens, yeni macerasıyla geri döndü. Ancak ilk kez serinin yaratıcısı Jordon Mancher arkasında yoktu. Warrior Within adlı bu oyunda Prens, sünnet kıyafetlerini çıkartmış Pers ordusuna ait, savaş kıyafetlerini giymişti. Gözü dönmüş vahşileşmiş ve hırçın tavırlar takınmıştı. Zamanla bunun nedenini öğrendik. Bu oyun kanı kaynayan ve savaşça bir ruha sahip herkesin, hayranlığını kazandı. Bu sefer Prens, savaş çığlıkları atıp, korkusuzsa düşmanlarının üzerine saldırıyordu. Onları parçalıyordu, yeri geldi mi iki silahla savaşıyordu. Müthiş bir savaşçı olduğu kadar, gençlik yıllarından kalma akrobasi merakı da devam ediyordu. Yıllar önce yaptığı hata yüzünden lanetlenmiş olan Prens, kendi ölümünden kaçıyordu. Peşinde Dhaka adlı boğa şeklinde dev bir yaratık vardı. Onu durdurmanın ve haklamanın tek yolu Zaman adasına gitmekti...

----------------------------------------------------------------------

Spider-Man: Web of Shadows



Üç sinema filmi, çizgi romanlar, video oyunlar, çizgi filmler, t-shirt'ler ve sayısız oyuncakla örümcek adam dünyamızda epey bir yer kazandı. Artık küçük- büyük herkesin ilgilendiği bir seri. Biz de bu serinin video oyunlar koluyla ilgileniyoruz.

Sevgili Kahramanımız beyaz perdede yakaladığı başarıyı, video oyunlarda gösteremese de, ortalamanın üzerinde bir çizgi sergiledi. Önceki oyunlar gerek hafif aksiyonu gerekse kolay bulmacaları ile genellikle küçük yaştaki oyuncuların ilgisini çekerken, yeni oyunumuz yani Web of Shadows her yaş grubuna hitap edercesine bol aksiyonlu serüvenler sunuyor. Zira seride kayda değer bir gelişim söz konusu. Sevdiğimiz kahramanı kabuk değiştiriyorken görmek gerçekten hoş.

Gölgelerin Ağı

Yeni oyunumuz bilim kurgu film ve oyunlarında görmeye alıştığımız bir konuyu ele alıyor. Adları "Simbiyot" olarak bilinen uzaylı bir ırk Dünya'yı istila etmek için New York şehrine akın ediyor ve hızlı bir şekilde Manhattan’ın sokaklarında yıkıma başlıyorlar. Duruma el koyan kahramanımız Örümcek Adam'la Simbiyot'lar arasında amansız bir mücadele başlıyor. Bizde bu mücadelede kahramanımızı kontrol ederek Manhattan'ın kaderini çiziyoruz. Ayrıca yeni oyunumuzda Marvel'dan tanıdığımız (Nuck Fury, Power Man gibi) birçok karakter bize eşlik ediyor. Bunun yanı sıra oldukça fantastik ve sıra dışı yaratıklarla savaşma imkanı buluyoruz. Tüm bunlara ek olarak, yeni oyunumuz 24 Nisan'da vizyona girecek olan "Spider Man 4" filmiyle de konu olarak çakışıyor. Bu sayede yeni filmle ilgili birçok bilgiye dolaylı olarak ulaşıyoruz. Ancak senaryo bir yerden sonra asıl amacından çıkarak bizleri daha farklı maceralara sürüklüyor. Bu durumu hemen hemen tüm film oyunlarında gördüğümüz için fazla takılmadan oyuna başlayabiliriz. Oyunu açtığımızda şirin bir menü bizleri karşılıyor. "New Game" seçeneğine tıkladıktan sonra oyuna başlıyoruz. Şimdiye kadar ki, tüm Spider Man oyunlarında olduğu gibi Web of Shadows'da da görev öncesinde etkileyici videolar bizleri karşılıyor. Bu videolar hem senaryoyu hem de görevleri daha iyi kavrama anlamında bize kaynaklık ediyor. Oyun ekranında can barımızın yanı sıra sol-alt köşede bir harita yer alıyor. Harita üzerinde renkli bölgelere giderek görev alanlarına kolaylıkla ulaşıyoruz. Görevler genellikle Simbiyotlar'ın zarar verdiği bölgelerde geçiyor. Düşmanlarımız oyun boyunca New York'un çeşitli bölgelerine zarar veriyorlar. Bizim yapmamız gerekenler de bu olaylar çerçevesinde gelişiyor. Bize verilen görevler genellikle bu bölgelerdeki yıkımı azaltmak, kaçırılan insanları kurtarmak ve olabilecek hasarları önlemek şeklinde. İlk başta basit gibi gözüken görevler ilerleyen bölümlerde, zor bir yapıya bürünüyor. Özellikle oyunda karşılaştığımız sıra dışı yaratıklar kendi özel güçlerinin yanı sıra teknolojik anlamda da büyük geliştirme göstermişler. Olağanüstü güçleri ışın tabancaları, uzay gemileri ve koruyu kalkanlarla birleşince bizleri fena halde zorluyorlar.



 Oyunda ana yaratıkların dışında artık hemen hemen her oyunda görmeye alıştığımız boss'lardan mevcut. Boss dövüşleri sırasınca sizleri oldukça güçlü yaratıkların beklediğini itiraf edebilirim. Çünkü kolları 1-2 metre civarında olan ya da inanılmaz dövüş mekaniklerine sahip birçok boss'la birebir karşılaşıyorsunuz. İşte bu açıdan oyunun oldukça heyecanlı ve sürükleyici bir yapısı mevcut. Ayrıca oyunun ilerleyen bölümlerde oldukça zorlaşan düşmanlarımızla dövüş anlarında gayet etkileyici savaş sahneleri ortaya çıkıyor. Bir an olsun nefes almanıza izin vermeyen uzun kollu yaratıklara karşı ağ fırlatarak o köşeden bu köşeye zıplamak ya da karakterimizin combo'larıyla karşılık vermek bol aksiyonlu bir oyun yapısı ortaya çıkarıyor. Aslında bu özellikleriyle oyunumuz bir yanda da her cinsten oyuncuyu eğlendirecek ve zorlayacak bir yapıya sahip olmuş. Oyunun bize sunduğu farklılıklardan bir diğeriyse, bazı zorlu görevlerde ve boss dövüşlerinde Marvel karakterlerinin yanımızda bulunması. Daha öncede dediğim gibi Power Man, X-Men, Nuck Fury, Storm, Black Cat ve Moon Knight gibi sayamadığım daha bir sürü Marvel karakteri oyunda bulunuyor. Marvel'dan tanıdığımız iyi karakterler bize yardım ederken, Venom gibi kötü ruhlu karakterlerle de sürekli mücadele halindeyiz. Ayrıca yanımızda bulunmasını istediğimiz kişileri de seçme hakkımız var. Böylece hoşumuza giden karakterleri yanımıza toplayabiliyoruz. İtiraf etmeliyim ki, bu fikri ilk duyduğumda burun kıvırmadım değil. Zira Marvel karakterlerinin oyunla ra bu hızlı girişlerinden pek de memnun değilim. Öte yandan Marvel'ın katıldığı oyunların başarısı ortada. O yüzden Marvel ismi artık pek de parlak gelmiyorken, Spider Man'e farklı bir hava kattıklarını söyleyebilirim. Zira zorlu boss dövüşlerinde Storm'un olağanüstü güçlerinden ya da Black Cat'in ataklığından yararlanmak hem işimizi kolaylaştırırken hem de oyunun atmosferini güçlendirmiş, dövüş anlarını daha heyecanlı kılmış. Öte yandan Venom'un özelliklerinin oyuna birebir taşınması farklı bir heyecan yaratıyor. Mesela Venom'un bulaştığı kişileri kötü yapması ve olağanüstü güçler vermesi Spider Man'e birçok yeni düşman doğuruyor. Ayrı yeten Venom Örümcek Adam'ın tüm zayıflıklarını ve örümcek hislerini biliyor. Oyunda bu bilgileri kullanarak büyük bir nefret beslediği Peter'a zarar vermeye çalışıyor. Tanıdık olduğumuz bu senaryo oyuna çok iyi aktarılsa da, Marvel karakterlerinin karışması senaryoda saçmalamaya yol açmış. Bu durumdan birçok oyuncunun hoşnut olacağı gibi bir kesim Marvel hayranları da şüphesiz sevineceklerdir.


----------------------------------------------------------

Tomb Raider: Underworld


Guinness Rekorlar Kitabı’na (2006) “En başarılı kadın oyun kahramanı” olarak girebilen kiraz dudaklı, iri göğüslü fıstığımız Lara Croft’un muhteşem malikanesinden kaçarcasına uzaklaşıp, yerkürenin derinlerine dalış yaptığı yeni macerası evlerimize nihayet konuk oldu. İşte klişe giriş bu şekilde yapılır! Serinin 12 yıllık bir geçmişi olunca insan ister istemez beynindeki impulslarında bazı karışıklıklar yaşayabiliyor. Yoo! Bunun serinin uzunluğu ile bir alakası yok, kendini kandırma dostum. Bu, ekranın ortasında uzun süre “taş hatun” görmenin yarattığı hormonsal dengesizlikler. Ve her bir yeni oyun ile katlanarak artan ultra-taşlık durumu. Bugüne kadar ki tüm oyun kahramanları içerisinde modellemesine, detay seviyesine en çok dikkat ettiğim, uzun uzun süzdüğüm ve oyunu oynamaktan ziyade ana kahramanına bakıp çıktığım tek oyun bizlere yeniden merhaba diyor. Ama bebeğim biraz yabanileştin mi sen?

Bu kızın çocukluğuna inmek gerek

Aslında Underworld’e bakmadan evvel kısa bir Lara Croft gezintisine çıkarmak isterdim sizleri. Seri haline dönüşmüş oyunları incelerken insan ister istemez kendini geçmişi yad etmek zorunda hissediyor. Ancak yakın zamanda hazır yazılmışı olduğundan derinlere inmeye gerek duymuyorum. Sıkı takipçilerinin bildiği üzere Core Design’ın 2003 yılında The Angel of Darkness ile saçmalaması sonucu güzel kızımız Crystal Dynamics’e emanet edilmişti ve Legend ile ciddi anlamda bir “geri dönüş” yaşamıştık. İşte Underworld bu geri dönüşün bıraktığı noktadan başlıyor. (Araya giren Anniversary’nin ilk Tomb Raider uyarlaması (remake) bir “10. Yıl Kutlaması” olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.)



Legend’da bazı flashback’ler yaşayarak annemizi küçük yaşlarda nasıl kaybettiğimizi, üniversiteden arkadaşımız olan Amanda Evert ile olan hikayemizi sindire sindire öğrenmiştik. Oyunun sonlarında Lara annesinin Avalon’da bir yerlerde olduğunu Amanda’dan öğreniyordu. Underworld’de ise Avalon’a yani annemize ulaşmaya çalışıyoruz. Croft Manor’daki yangından kaçış sahnesi ardından birkaç hafta geriye gidip neden bu duruma geldiğimiz sorusunun merakı içerisinde oyuna oldukça sağlam bir giriş yapıyoruz.
Çoğuyla ilk kez Legend’da karşılaştığımız iyi-kötü karakterler aynen Underworld’de de mevcut ve oynadıkça hemen hemen hepsiyle bir noktada hikayemiz kesişiyor. Özellikle Amanda’nın yeniden karşımıza çıkması ve bize verdiği bilgiler doğrultusunda Avalon’a ulaşmak için Thor’un çekicinin (Mjölner) peşine düşmemiz zaten oyunun omurgasını oluşturuyor ve Lara tüm eforunu çekicin parçalarını bulmak için harcıyor. Senaryo ile ilgili yazılacak her bir satır ya Legend’la ya da Underworld’le ilgili spoiler vereceğinden burada bu konuyu kapatmak en iyisi. Ancak yapımcının bu iki oyunun hikayesini ustaca harmanlayıp önümüze serdiğini belirterek haklarını teslim edelim. Özellikle Legend’da yaşadıklarımızı kısaca öğrenebileceğimiz bir videonun bu oyuna yerleştirilmesi fevkalede güzel bir düşünce.

----------------------------------------------------------

Sacred 2: Fallen Angel


Ancaria'nın damarlarından masmavi kan akıyordu dört düvele; göz kamaştırıcı, ürkütücü, denizden ve gökten daha mavi bir kan. Doğa, yenildiğinden mi hoşuna gittiğinden mi bilinmez, bağrına bastı masmavi damarları. Canlılar ilk zamanlarda kaçınsalar da meraklarını ve güç arzularını yenemeyip bu maddeyle etkileşime girdiler. Canlıların en bilgeleri olan High Elf'ler şüphesiz ki bu konuda en ileriye gidebilmiş olanlardı. Yaratılışından gelen kudreti ve High Elf bilgeliğiyle harmanlanan Ancaria damarları son hâlini almıştı artık; "T-Energy", Ancaria'ya yayılma evresini tamamlamıştı. Kısa sürede tüm Ancaria uygarlıklarının bir parçası, savaşçılarının, emekçilerinin, büyücülerinin teçhizatlarındaki parlayan güç simgesi olmuştu. Daha fazla güç, daha fazla yıkım getirdi ve büyük savaş(Great War) Ancaria topraklarında kaosa sebep oldu. Bu dengesizlikte ne iyilik ne de kötülük kârlı çıkabilmişti, tek kârlı çıkan lanetin ve kutsanmışlığın simgesi T-Energy idi. Bozulan dengeyi yerine getirme ya da dengesizliği lehine çevirme amacıyla 6 yolcu doğadan Ancaria'ya sunuldu. Doğa, ebedi dengesini bu yolcular arasında da bozmadı.

Kimler okumalı, kimler oynamalı?

Ünitelerin kendilerini geliştirebildikleri strateji oyunlarını seviyorsanız kamera açılarındaki benzerlik ve basit oynanışı sebebiyle ilginizi çekebilecek, RPG ile ilgiliyseniz "Bitireyim, elime mi yapışır?!" deyip başına oturacağınız ya da oyunu oynamayacaksanız bile sırf içerisinde kısa hikâyeler var diye incelemesine göz atabileceğiniz, aksiyon - kes/biç(Hack'n Slash) türevi RPG seviyorsanız mutlaka oynayacağınız, ilk oyunu çok beğenmiş ve Diablo serileri ile karşılaştıracak kadar fanatizmine kapılmış iseniz oyundaki karakterlerin hepsini deneyip en az 2 tanesiyle oyunu bitirdikten sonra set dizilimi fantezileriniz için bol bol açıp ego tatmini yapacağınız bir oyun sizleri bekliyor. İlk oyunu oynamışsanız "İlk oyunu oynamayanlar için..." şeklinde başlayan paragraflara göz atmamanız, hikâyelerden hoşlanmıyorsanız karakter başlıklarının ilk paragraflarını atlamanız tavsiye olunur. İncelemeyi okumayı düşünmüyor, sadece puanı ve değerlendirmeyi merak ediyorsanız da (zaten bu kısmı da okumazsınız o zaman) son sayfayı açıp incelemenin geri kalanındakilerden kendinizi mahrum edebilirsiniz. Hikâye ağırlıklı ve rehber niteliğindeki yazımız, bu kategoriler dışında kalan arkadaşlar için oldukça sıkıcı olma potansiyeline sahiptir.

İyilik için manastırın kutsanmış prensesi Fallen Angel: Seraphim yola çıktı.

"Yeryüzünün meleği, ışıl ışıl gözleri ve güzelliğiyle attığı her adımda iyiliğin tohumlarını ekiyordu topraklara. Daha birkaç gün önce manastırdan yola çıkmış, gözlerini kapattığı bunca zaman boyunca neler olup bittiğinin kanıtlarına şaşkınlıkla bakıyordu. Her taraftan yeryüzüne çıkmış masmavi karanlık güç, iyiliğin topraklarında hüküm sürüyordu. İnsanlar ve doğa da durumu kabullenmiş, onu doğanın bir kanunu gibi görüyorlardı. Seraphim bu maviliği kendisine benzetiyordu. Güzelliği göz kamaştırsa da düşmanları için bir ölüm meleğinden farksızdı. Cezalandırma vakti geldiğinde iyiliğin adaletini gözünü kırpmadan uygulamaktan çekinmezdi. T-Energy lanetti, kara büyüydü onun için; iyilik olsa hissederdi çünkü. Saflıkla yoğrulmuş teni, iyiliğin havuzundan çıkarılmış ruhu bu karanlığı herkesten daha net görebiliyordu. Düşünmeyi bıraktı, parıldayan gözlerini düşmanına dikti; biraz sonra ölecek düşmanına olan merhamet hislerini tamamen silerek bir hamlede silahını çekti. Saniyeler içinde pervasızca tekrar yürümeye koyulmuştu..."



Seraphim, Ancaria'nın en eski canlılarından birisi olmasının yanı sıra, oyunun isminde geçen "Fallen Angel" tamlamasının da gerçek sahibi. Oyundaki amacı Ancaria'yı kaostan korumak olan karakterimiz iyiliği temsil ediyor ve Campaign of Light senaryosunda yer alabiliyor. Nitekim oyunda da iyi ve kötü yönlü senaryo bağlamında "Campaign of Light" ve "Campaign of Shadows" senaryoları mevcut. Karakterler yönelimlerine göre bu senaryolardan ve seçtikleri senaryoya göre kendilerine özel güçler sağlayan tanrılardan birisini seçmek durumundalar. Seraphim de Lumen(iyilik tanrısı), Forens(bilgelik tanrıçası), Kybele(doğa tanrıçası) tanrılarından birisini seçebiliyor. Tanrıların açıklamalarına ve güçlerine "Resimli İnceleme" bölümünden göz atabilirsiniz.

----------------------------------------------------------

Silent Hill: Homecoming

  Bilmediğimiz şeyden korkarız. Bu söylemi temel alan ve uzun senelerdir oyuncuları ekran başında tir tir titreten kaç yapım var desek, belki de ilk akla gelecek isimdir Silent Hill. Uzaktan bakıldığında, anlamayan biri için basit gözükebilecek bir konsepte sahip olan bu seri, aslında kimsenin tahmin bile edemeyeceği derin, karakterleri ile kendine has ve eşsiz bir hikayeye sahiptir. İlk oyun ve ardından üçüncü Silent Hill'ın bize görsel olarak aşıladığı bu 'bizim dünyamız ve diğer dünya' kavramı, 5 oyunluk bu seride ikinci, dört ve en son piyasaya çıkan Origins ile farklı hikaye ve karakterlerin bakış açıları ile de desteklendi. Özellikle ikinci oyunun her yönden olmasa da, kusursuza yakın işlenişi ağzımızda unutulmayacak bir tat bıraktı. Zirvenin tepesini görmüş ve istenmeyen bir şekilde düşüşe geçmiş bu Konami hediyesinin elimizdeki son parçası ise Homecoming. Silent Hill'ın bu güne kadar yapımcılığını üstlenen Team Silent'ın artık 'farklı' birşeyler katamadığını düşünmüş olacak ki, yayıncı firma Konami Homecoming'in sorumluluğunu Kaliforniya'lı yapımcı Double Helix Games'e bırakmıştı. Bu değişim herkes gibi bende de 'acaba nasıl olacak?' sorusunu çoğu kez sordurttu. Oyunu henüz bitirmiş biri olarak, içimde bıraktığı o doyum duygusundan sonra söyleyebilirim ki; evet olmuş. Çoğu incelemenin ve yorumun aksine, bence önümüzde Silent Hill ismini gerektiği gibi taşıyan ve içine yeni güzellikler serpiştirilmiş başarılı bir oyun duruyor. Bize düşen ise onun en önemli ayrıntılarını sizinle paylaşmak.

Sis

Yaralı olarak kasabasına, Shepher's Glen'e dönen bir askerin hikayesini izliyoruz; Alex Sheperd. Hastaneden taburcu olduktan sonra evine dönen Alex, kardeşinin kaybolduğunu, babasının da onu aramaya gittiğini öğrenir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi annesinin şizofrenik bir hastalığın eşiğinde, sadece kardeşinin ismini sayıklar bir halde bulur. 'Josh'ı (Joshua) geri getireceğim' sözünü vererek dışarı adımını atan Alex'i aslında çok daha garip sürprizler beklemektedir. Bir zamanlar 'ev' diye bahsettiği kasabası artık tamamen sessizliğe bürünmüş, garip ve adlandıramadığı yaratıklarla çevrelenmiş, sisin içinde yalnızlığı oynayan bir yabancı haline gelmiş adeta. Şans eseri karşılaştığı çocukluk arkadaşı Elle ile olan ufak sohbetinin arından ise korkulanın aslında çok daha ciddi bir düzeyde olduğunu anlar Alex. Kasaba sakinleri, bilinmeyen bir nedenden dolayı kaçırılmakta, kaybolmakta ve hiçbir izlerine rastlanılamamaktadır. Josh'un da onlardan biri olabileceği endişesi ile yollara düşen Alex'in amacı, bu sır perdesini aralamak ve kardeşini bir an önce kurtarmak olacaktır. İlk bakışta basit gözüken bu hikaye, zaman içerisinde Silent Hill'a sürüklenerek oyuncuyu şaşırtmakta, hatta çoğu yerinde ters köşeye bile yatırmakta. Ayrıntılara daha fazla girmem, sizin oyundan alacağınız zevkin yarı yarıya düşmesine neden olacaktır. O yüzden Homecoming'in kendine has özellikleri ile devam edelim.


Alex olanları anlamaya çalışırken bir askerden çok normal bir 'insan' gibi davranmak zorunda kalıyor


Homecoming'in 'farklı' olduğunu anlayacağınız ilk sahne Loading, yani yükleme ekranları olacaktır. Pek fazla sürmeyen bu bölümde, Silent Hill'da ilk kez gördüğümüz bir şey karşılıyor bizi, o da dövüş teknikleri ve yaratıkların zayıf noktaları hakkında bilgiler. Buna garip diyorum çünkü Silent Hill'daki dövüş sistemi ve teknikler her zaman minimumda tutulmuş ya da arka planda kalmıştır. Şimdiki oyunda ise, karakterimizin bir asker olmasından kaynaklı olacak ki, Alex'in silahlara ve dövüş tekniklerine olan yatkınlığı, serinin diğer karakterlerine göre daha başarılı bir şekilde aktarılmış. Bu aktarım da oyuna farklı, adrenalini yükselten ve kabul edilebilir bir dövüş sistemi ortaya çıkarmış. Yakın dövüşün temel alındığı bu sistemin amacı 'dodge', yani kaçınma, 'heavy ve light attack', yani güçlü ve düşük dereceli saldırılar ve 'counter attack', yani karşı saldırılara dayanıyor. Seriden alışkın olduğumuz bıçak, boru, balta, levye gibi yakın temas gerektiren silahları kullanırken, yaratığın yaptığı saldırı hamlelerinden tek tuş ve doğru zamanlama ile sağa veya sola kaçınmak, ardından da hızlı bir karşı saldırı gerçekleştirmek mümkün. Bunun yanında farenin bir ve ikinci tuşlarına atanmış güçlü ve düşük saldırı hamleleri ile, yaratıkların ömürlerinin daha kısa olmalasını sağlamak elinizde. Ayrıca doğru tuş kombinasyonları ile (mouse 1-mouse 1-mouse 2 veya mouse 1-mouse 2..gibi) kombo yapmakta mümkün. Buradaki heyecanın yüksek olmasının asıl nedeni ise kamera açısı. Senelerdir oyun oynayan birisi olarak kendimi ilk defa ekran başında sağa, sola kaçınırken gördüm, takdir edilesi bir şey gerçekten. Yakın dövüşün dışında, hikaye ilerledikçe 'handgun, shoutgun, rifle' gibi uzun menzilli silahları da elde edeceğiz. Bunların kullanımındaki değişiklik ise kamera açısının artık omuza geçmesi ve yaratığın istediğimiz bölgesine nişan almamıza izin vermesinden geliyor. Yukarıdaki bahsettiğim zayıf noktaları mevzusu, yakın dövüşün yanında, uzak menzilli silahlarda da göze çarpıyor. O yüzden dövüşmeden önce, düşmanınızı tanımanız Silent Hill'da şiddetle önemli.

----------------------------------------------------------

Command & Conquer: Red Alert 3


Her şey Albert Einstein'in planıyla başladı. Kendisi de bir Yahudi olan Einstein, halkının böylesine büyük bir soy kırıma uğramasına dayanamıyordu. Bir yandan atom bombasının yapılması için yardım ederken, öte yandan da gizli bir proje üzerinde çalışıyordu. İcadını tamamladı ve onu kullandı. Bu bir zaman makinesiydi ve gittiği yer geçmişti. Einstein başarıyla zaman yolculuğunu yaptı. Geçmişe geldiğinde karşısında genç bir adam vardı. Ona elini uzatıp şöyle hitap etti "Her. Hitler" tokalaştıkları zaman Hitler zaman mekan devamlılığından silinmişti. Böylece Hitler'in sebep olduğu her şey de son buldu. Ancak bu sadece madalyonun görünen yüzüydü. Hitler olmadan dünyadaki en büyük güç, Stalin ve onun Sovyetler Birliğiydi. Stalin, tüm dünyayı fethetmek için bir savaş başlatmıştı. Bir yanda da İttifak kuvvetleri onu durdurmak için savaşıyordu. Hitler belki yoktu ama savaşın seyri değişmedi. İkinci dünya savaşı bu şekilde başlamış oldu. Biz de buna Red Alert adını verdik. Red Alert 1'deki olayların iç yüzü aslında göründüğü kadar basit değildi. Joseph Stalin'in bu saldırılarının arkasında, gizemli bir danışman vardı. Tarih, kendisini onlarca yıl sonra, terörist lider Kane olarak tanıyacaktı. Kane, Stalin'i yönlendirip savaşı kazanmasını sağladı. Daha sonra onu öldürdü ve yerine geçti. Böylece Nod'un temelini de atmıştı.

Red Alert 1 bu harika konusu ve zamanına göre etkileyici grafikleriyle RTS türünde çığır açan bir oyundu. 90'lı yıların başında bilgisayarı olan herkes en azından bir kez bu oyunu denedi. Türe fazla kişi alışık olmadığı için Red Alert 1'i bitirenler azınlıktı. Ancak bu sabırlı ve azimli azınlığı ileriki yıllarda Westwood sayesinde RTS'in altın çağı bekliyordu...

Seri bu oyundan sonra iki senaryoyla devam etti. Birincisi, Tiberium adlı göktaşı yüzünden değişmiş dünyadaki yaşam mücadelesini anlatan Tiberium serisi, diğeri ise Red Alert. Tiberium serisinde her şeyi planlayan Kane'in dünyayı ele geçirme ve sahte mesihlik maceralarını görüyoruz. Öte yandan onu durdurmaya çalışan müttefik güçler GDI'ın uğraşlarını. Tiberium serisi tıpkı bir bilimkurgu filmi gibi ilerlerken, Red Alert ise daha çok işin eğlencesine hitap eder. Güzel kadın karakterleri, uçuk ama etkili silah tasarımları ve dünyayı titreten liderlerin komik yanlarını görürüz. Özellikle Red Alert 2 döneminde internet kafelerin yaygınlaşması, bu oyunun ülkemizde geniş kitlelere yayılmasına neden oldu. Bir dönem bu oyunun multi maceraları yüzünden oyunculardan çok ter aktı. Yuri'nin karizması ve oyunun her türlü çılgınca saldırıyı desteklemesi oyuncuların beynine kazındı. Şimdi her şey bitti sanırken, 8 yıl sonra bilgisayarlardan yine alarm sesleri yükseliyor. Ancak kaç kişinin bu çağrıya cevap vereceğini, yazımda göreceksiniz...







İlk Red Alert alternatif İkinci Dünya Savaşıydı. Resmi sayılan son Sovyetlerin sonuydu. Ancak bu son oyunu direk Tiberium serisine bağladığı için, alternatif zaman içinde başka bir alternatif üretildi. Kısacası ilk oyunun Müttefikler sonu baz alınıp Red Alert 2 yapıldı. Bu oyunda zar zor gücünü toplayan Sovyetlerin intikam için çıkarttığı yeni bir dünya savaşı konu alınıyordu. Oyunun giriş videosunda bulunan Amerikan Başkanı Michael Dugan (Ronald Reagan oluyor kendisi) ve Alexander Romanov arasındaki konuşmalar eminim herkesin yüzünü güldürmüştür. Yuri's Revenge de ise Başkan ile Yuri'nin konuşması daha da bir komiktir. Red Alert 2 ise 1970'li yılarda geçiyordu. Bir nevi o zamanlarda yaşanan soğuk savaşın, daha sıcakkanlı ikiz kardeşiydi.

Red Alert 3'ün haberleri ilk çıktığında, oyun severlerden sevinç çığlıkları geldi. Daha sonra konsept çalışmaları ve oyun içi görüntüler gelince bu çığlıkların yarısı azaldı. Ondan sonra Women of Red Alert 3 adı altında çıkan reklam çalışmaları ve fotoğrafları internette yayılınca bu çığlıkların içeriği de değişmeye başladı. Red Alert'ın kadın karakterleri hep çekici olmuşlardır. Ancak genelde seride ön planda olan savaş makineleriydi. Bu sefer EA kesin satış için, kadınsallık öğesini fazlasıyla kullandı. Bu iki olaydan sonra birçok oyuncu Red Alert 3'e karşı büyük bir ön yargı beslemeye başlamıştı. İtiraf etmem gerekirse Command & Conquer ve strateji hayranı biri olarak bende bu gurup içerisindeydim. Oyunu denedikten sonra fikrim büyük ölçüde değişti.


----------------------------------------------------------

Left 4 Dead


Bazı oyun firmaları vardır bir yıl boyunca onlarca oyunu piyasaya sürerler ve çoğu oyunları da unutulur gider. Bazı oyun firmaları vardır, onlar ise bir veya iki yıl içerisinde sadece bir oyun piyasaya sürerler ama o oyun yıllar geçse de unutulmaz ve defalarca oynansa bile ilk zamanki zevki yine verir. Valve Software bu tanımlardan ikinci sınıfa giren bir oyun firması, 1998'de piyasaya sürdüğü Half-Life oyunundan beri sürekli kendisini geliştirdi ve abartmadan söylüyorum Steam platformu ile belki de PC oyun sektörünü kurtaran firma oldu. Bu firmadan yeni bir oyun geleceğini duyduğumda tabii ki de heyecanlandım, yeni oyunun lise yıllarımda arkadaşlarımla okuldan kaçıp oynamaya gittiğimiz Counter-Strike ile tek kişilik FPS oyunlarında çıtayı yükselten Half-Life'ın bir karışımı olduğunu öğrendiğimde ise artık yerimde duramaz olmuştum. Neyse ki sayılı zaman kolay geçti (Team Fortress 2 sağolsun) ve nihayet Left 4 Dead piyasaya sürüldü. Oyunun demosunu da sayarsak oyunu 2.5 haftadır toplam 100 saat boyunca oynadım ve hala daha da oynamak istiyorum. Zaman zaman bu yazıyı yazacağıma oyunu oynamalıyım diyorum kendi kendime ama birinin bu yazıyı yazması gerekli değil mi? Gelin Left 4 Dead'in sunduğu özelliklere ve oyunun amacının ne olduğuna hep birlikte göz atalım.




Counter-Strike + Half-Life = Left 4 Dead

Left 4 Dead'i kısaca Counter-Strike ve Half-Life'ın karışımı olan bir Co-op FPS oyunu olarak adlandırabiliriz. 4 kişilik grubunuzla 4 senaryo boyunca çıkış noktasına üzerinize doğru koşuşturan yüzlerce zombiyi (aslında bunlara yaşayan ölü demek daha doğru) öldürerek veya gerekirse onlardan kaçarak ulaşmaya ve bulunduğunuz ortamdan kurtulmaya çalışıyorsunuz. Yani oyunun aslında ahım şahım bir hikayesi bulunmuyor, sonuçta çoklu oyunculu kısma odaklanmış bir oyun için hikayeye de gerek yok. Sadece senaryoların ilk bölümlerinde kısaca bulunduğunuz durumu gösteren sinematikler yer alıyor (sürekli tekrar edilebilen bir oyunda çok fazla uzun süren sinematikler olsaydı oyun insanı bayabilirdi). Çoklu oyuncu demişken Left 4 Dead'i tabii ki tek kişi olarak da oynayabiliyorsunuz, buna yazının ilerleyen kısımlarında değineceğim. Left 4 Dead'de seçebileceğiniz 4 tane insan karakteri bulunuyor. Zoe, Francis, Bill ve Louis isimlerine sahip bu karakterlerden birini seçerek oyuna başlayabiliyorsunuz. Karakterlerin arasında oynanış açısından herhangi bir farklılık bulunmuyor, sadece konuşmaları, kişilikleri ve görünüşleri farklı. Mesala Bill ilerlemiş yaşı nedeniyle çok tecrübeli bir karakter ve takım lideri gibi davranıyor, Francis ise tam bir serseriye benziyor, argo konuşuyor ve zaman zaman iğrenç espriler yapıyor. İster arkadaşlarınızla oynayın ister tek başınıza oynayın karakterler otomatik olarak duruma göre konuşabiliyorlar bu da gerçekçiliği arttırıyor. Üzerinize zombi ordusu gelirken Louis'in ettiği küfürler veya el bombası attığı zaman Zoe'nin haykırışları gerçekten de duyulmaya değer. Oyunda 4 rakamının önemini vurgular gibi yine 4 tane senaryo bulunuyor, bu senaryoların hepsi farklı mekanlarda geçiyor. Bir senaryoda şehir arasında dolaşırken, bir senaryoda ise ormanlarda zombilere karşı savaşıp kurtulmaya çalışıyorsunuz. Yani senaryolardaki çeşitlilik bir hayli fazla. Her bir senaryoda 5 tane 20-25 dakikadan oluşan (sizin oynayışınıza göre bu zamanlar değişebilir) bölümler bulunuyor (toplam 20 tane bölüm var), bu bölümlerin hepsini bitirirseniz senaryo bitiyor ve başka senaryolara yelken açıyorsunuz.

----------------------------------------------------------

Call of Duty 5: World at War


Call of Duty serisinin neredeyse tüm oyunları oyuncular üzerinde büyük bir etki yapmayı başarmışlardır. İlk oyunu çıktığında başından saatlerce kalkamadığımı hatırlarım. Tek kişilik bölümler bittiğinde asıl eğlence başlıyordu; Çoklu oyuncu haritaları bizi ekranın önüne hapsetmeyi başarmıştı. Hatta ilk ve ikinci oyunların haritalarını oynamaya devam eden azımsanamayacak bir oyuncu kitlesi mevcut. Dördüncü oyunda günümüzün çatışmalarının ele alınacağı duyulduğunda oyun hakkında birçok soru işareti ve oyunun kötü olacağı endişesi ortaya çıktı. Ama Infinity Ward'ın yaptığı Modern Warfare, bütün endişelerimizi asılsız çıkardı. Harika bir atmosfer ve hikayeye sahip olmasının yanında çoklu oyuncu modunda kendi türünde bir devrim yarattı ve bizi günler boyunca kendine bağladı. Beşinci oyunda tekrar 2. Dünya Savaşı'na dönüleceği duyuruldu ve bu sefer de yapımcı ise Treyach olarak belirtildi. Dürüst olmak gerekirse önceleri hiç umutlu değildik ama Call of Duty bizi tekrar yanılttı.

Açıkçası ilk bölümlerde Medal of Honor oynuyor gibi hissettim ve Call of Duty'nin kendini ne zaman göstereceğini bekledim. Bölümler ilerledikçe World at War, o atmosferi yakalamayı başardı. Tabi Medal of Honor'u da severim ama Call of Duty her zaman değişik bir havaya sahip olmuştur.

Almanlar yetmedi sıra Japonlarda

Japonlar tarafından esir alınmış halde bir Japon adasında başlıyoruz. İlk sahnede işkence sırasında bir arkadaşımız öldürülüyor ve sıra bize geldiği anda bizim tarafımızdaki askerler gelip çevredeki Japonları öldürüyor. Elimize bir silah verilmesiyle oradan uzaklaşma amacıyla adanın bir başka köşesine doğru maceraya atılıyoruz. Hikaye sırasında gelenek bozulmuyor ve iki ayrı askerin başından geçenlere onların gözünden tanık oluyoruz. Amerika tarafında Japonlara karşı ve Sovyet tarafında Almanlara karşı savaşıyoruz. Japonlara karşı oynarken umduğumun aksine çok değişik ve etkileyici sahnelerle karşılaştım. Japonların kurduğu tuzaklar ve kullandıkları yöntemler beni yeri geldikçe fazlasıyla zorlamaya yetti. Açıkçası oyuna başladığımda gerçekten kötü bir oyunla karşılaştığımı düşündüm ama oynamaya devam ettikçe oyun beni içine çekmeye başladı ve ilk başta edindiğim kötü izlenimi silmeyi başardı. Bölümlerdeki çeşitliliğin çok fazla olduğunu belirtmem gerekir. Kendimi çok değişik bölümleri oynarken buldum ve oynarken her bölümün farklı bir havası ve oynanışı olduğunu fark ettim. Atmosfer de başta beni etkilemeyi başaramadı ama o da bölümler ilerledikçe öyle bir değişiklik gösterdi ki sonunda belki de II. Dünya Savaşı oyunları arasındaki en derin atmosferle karşılaştığımı fark ettirdi. Bazı sahneler çok güzel bir şekilde oyuna yerleştirilmiş. Bilincimiz yanımıza geldiğinde ölü bulduğumuz arkadaşlarımız ya da durduk yere yapılan baskınlarda yaşananlar gerçekten çok iyi düşünülmüş. Tabi atmosferi yerle bir eden durumlar da yok değil. Örneğin yanlışlıkla dipçikle öldürdüğümüz arkadaşımızın yerine yenisi birkaç metre arkadan devam ediyor ve öldürmemiz ardından da kimse bize tepki göstermiyor. Tabi bazı durumlarda tepki alabiliyoruz ama eski Call of Duty'lerde bir arkadaşımızı öldürmemiz durumunda son kayıt noktasına geri sarıyordu ve o sırada ekranda "Sen bir hainsin!" yazısı çıkıyordu.


Oyuna başlarken karşılaştığımız sahnede arkadaşımız işkence görüyor


Bunların ötesinde ara sıra karşıma çıkan görünmez duvarlar ise bütün planlarımızı yıkmaya yetiyor. Yanda duran mitralyöze bir görünmez duvar yüzünden geçememe ya da siper almak için bir yere koşarken çat diye karşıma görünmez duvar çıkması fazlasıyla sinirimi bozmaya yetti ama oyunun akıcılığına kaptırdıkça bu hataları önemsemez oldum. Çevresel unsurlar ise fazlasıyla gerçekçi olmuş örneğin Japonya çevresinde geçen görevlerde çeşitli tapınaklar ya da Japonların yer altına kurduğu pusular ve Rus olarak oynadığımız bölümlerde çevrede votka şişeleri görmemiz, görevler için bazı yerleri bombalarken oraların parçalandığını izlemek ayrı bir keyif haline geldi. Japonya'da daha çok yeşilliklerin arasında dolaşırken Avrupa üzerinde geçen bölümlerde kasvetli ve ağır bir hava ile karşılaşıyoruz. Japonların deli gibi üzerimize süngüyle koşmaları ya da alman kurtlarının boynumuzu parçalamak için üzerimize koşması bazen aşırı derecede ürpertebiliyor. En zor seviyede oynarken iki alman kurdu yüzünden aynı yeri beş altı defa tekrarladım. Köpekler üzerimize atladığında çok kısıtlı bir zaman aralığında "v" tuşuna basarsak kurdu üzerimizden atmayı başarıyoruz.

----------------------------------------------------------

Fallout 3


Yıl 2277... Nükleer savaşın üzerinden tam 200 yıl geçmiştir... Ve o gün bir bebek dünyaya gelir, Washington D.C.'deki Vault 101'de gözlerini hayata, daha doğrusu nükleer yıkıma açar. Yıkımın getirdiği esintiler tüm yaşam enerjisini götürmüştür bu diyarlardan. Vault’lar, kısaca Overseer'ın tüm otoritesini kullandığı büyük kafesler, insanlar için tek güvenli yerler olarak görülmektedir. Atık topraklarda hayatta kalma mücadelesi vermek ya da Vault-Tec şirketinin size sunduğu temiz su ve gıdalarla mutlu mesut tutuklu yaşamak... Fallout tüm gerçekciliği ile tutuklu yaşamak ile hayatta kalmak arasındaki farklı yüzümüze tekrar vurmaya hazır.

Gelmiş geçmiş en iyi oyun damgasını seve seve bastığımız, yıllanmış muhabbetlerin en temel taşı olan bir oyunu üzerinden yaklaşık 10 yıl geçmişken yeniden yapabilme cesaretini göstermek şüphesiz ki her yapımcının harcı değil. Bazı oyunların devamını getirmek mümkün değildir. Bırakın başka yapımcıları kendi yaratıcısı bile beceremez hatta çoğu zaman cesaret edemez. İşte Fallout böyle bir oyun. Sevenlerinin yenisi beklemediği, beklemeye korktuğu bir oyun. 2008 yılında yeniden yorumlanmasını istemeyeceğimiz kadar kusursuz bir oyun, daha doğrusu bir oyundu; Bethesda bu kısmi güvenli mahzenlerden birine tekrar minik bir bebek düşürene kadar.


�İlk Fallout... Üzerinden 12 yıl geçmesine rağmen hala kalbimizin en güzel köşesinde.�


Tam bu noktada bir konuya açıklık getirmek gerek. Bu oyunu ya sadece "Fallout" olarak görüp 10 yıl öncesi ile karşılaştırmalıyız ya da "Bethasda'nın Fallout yorumu" olarak görüp ayrı bir şekilde değerlendirmeliyiz. Aslında bu seçimi yapımcı yapmış, ve Fallout'u özüne mümkün olduğu kadar sadık kalarak günümüze uygun şekilde baştan yorumlamayı seçmiş. Bunun bir Black Isle oyunu olmadığını, bir Bethesda yorumu olduğunu oyunun her bir karesinde buram buram koklamanız olası. İncelemeye bu ayırımı yaparak devam etmek en doğrusu olacaktır. Çünkü ilk iki oyun sıra tabanlı rol yapma sistemine sahipti. Klavye ve fare becerisi yerine doğru zaman ve hareketi kullanarak ilerlemek Fallout'u bu kadar muhteşem yapan en önemli unsurlardan biriydi. Bethesda'nın bu zamanda üç-boyut sıra tabanlı bir oyun ortaya koyması mümkün olmamasına rağmen, yine de eski kurtların gönlünü kazanacak eklemeler yapmayı da ihmal etmemiş. Fallout, 2008 yılında en iyi ne şekilde ortaya çıkabilirdi diye düşünmenize gerek yok, Bethesda en iyisini yapmayı başarmış. İşte tam bu satırda şunu tavsiye ediyorum: önyargıları bir kenara bırakın, işte o zaman yeniden wasteland'in radyasyonunu hissedebilmeniz mümkün olacaktır.

----------------------------------------------------------

Guitar Hero: Aerosmith


1970 yılıydı, herkesten çok farklı bir ses tonuna ve üstün müzik yeteneiğne sahip olan Steven Tyler ile gitarist Joe Perry Boston, Massachusetts'teki bir dondurmacıda tanıştılar. Joe, Steve'e bir rock grubunda yer almak isteyip istemeyeceğini sordu ve macera başladı. Çok zaman kaybetmeden grup kurma çalımalarına başlayan ikili yanlarına basçı Tom Hamilton'u da aldılar. Karizmatik ve üretken bir topluluk olma yolunda ilerleyen bu üçlü yanlarında çalacak bir ritim gitariste daha ihtiyacı vardı. Bu ihtiyacı Ray Tobano karılamıştı ancak Ray, kısa bir süre sonra yerini Brad Withford aldı. Son olarak davulcu Joey Kramer’ın da gruba katılmasıyla efsanevi Aerosmith kurulmuş oldu. Artık sıra müzik yapmaya gelmişti. Grup 1970 senesinden itibaren konserlere çıkmaya, popülaritelerini ufak ufak artırmaya başlamıştı. Kurulumundan 3 sene sonra Aerosmith isimli ilk albümünü piyasaya süren grubun single parçası "Dream On"du. Dream On listelerde kısa sürede üst sıralara tırmandı ve grup epey geniş kitlelere ulaşmayı başardı. Seneler birbirini kovaladı ve 1973'ten bu güne kadar Aerosmith tam 14 stüdyo albümü çıkardı. Bu zaman dilimi içerisinde değişen grup elemanları da oldu tabi. Fakat Steven Tyler, Joe Perry ve Joey Kramer Aerosmith denilince akla gelen ilk isimler oldular. Grubun son üye değişikliği Nisan 1984'te Brad Withford(1979'da ayrılan)'un Rick Dufay yerine gelmesi ile oldu ve Aerosmith bu günkü kadrosunu oluşturdu. Grup 2009'un ikici çeyreğinde çıkmasını planladığı bir albüm üzerinde çalışıyor şu an. Artık gençlik yılları geçmiş olsa da Aerosmith 2007'de çıktıkları dünya turu ile herkese rock müziğin yaşayan efsanesi olduğunu ispatladı.


Efsanevi Aerosmith


Guitar Hero

Harmonix Music Systems, PlayStation 2 için Frequency(2001) ve Amplitude(2003) adlarında iki oyun çıkardı. Bu iki oyunun da oynanış mantığı DualShock kontrollerini bir enstrümanmış gibi kullanarak müzik yapmak üzerineydi. Daha sonra Harmonix bu fikri daha değişik bir şekilde uygulamaya karar verdi. Bu yeni fikir ile oyuncuları çok farklı bir deneyim bekliyordu. Bu deneyimin adı Guitar Hero(2005)'ydu. Harmonix çok iddialı ve farklı olan bu yeni projesi ile oyuncuları sahnelere davet ediyordu. Peki oyuncular ellerinde DualShock kontroller ile sahnede ne yapacaktı ki? Harmonix bunu da düşündü ve sorunu kökten çözmek için yeni bir kontrol sistemi geliştirdi. Bu kontrol sistemi DualShock kontrolleri ile gitarı birleştiriyor ve biz oyunculara elimizden bırakamayacağımız, oynamalara doyamayacağımız bir oyun deneyimi sunuyordu. Guitar Hero ile sahnenin tadını almıştık bir kere, bunun devamı da gelmeliydi. Öyle de oldu ve Guitar Hero bir seriye dönüştü. Serinin yeni oyunları diğer platformlar için de port edildi ve rock severlerin vazgeçilmezi haline geldi ve son üye olan Guitar Hero: Aerosmith(GHA) 26 haziranda konsollarımıza, 17 Ekimde de bilgisayarlarımıza geldi.

----------------------------------------------------------

World of Goo

Öğrenim hayatım boyunca fizik derslerine sürekli bir ilgim olmuştur.Bu ders heyecanla beklediğim ender dersler arasındadır. Yerçekimi, elektrik akımları , suyun kaldırma kuvveti gibi konuları ve bu olayların nasıl meydana geldiklerini merakla incelemişimdir. Aslında düşünüldüğünde bunlar bize fizik tarafından verilmiş hediyelerdir. Fizik kimi zaman Arşimed'in metal kaptan oyuncağı, kimi zamanda Newton'un elması oldu. Son olarak fizik biz yeni çağın insanlarına yeni bir oyuncak daha verdi. Bizler fizik kurallarının keyfini doğada değil ekranlarımızın başında bu yeni fizik tabanlı video oyunu ile çıkarmaya çalışacağız. Minik Goo'ların dünyasına hoşgeldiniz.

Daha önce bulmaca türü oyunlara ilgi duyan oyuncuların yabancılık çekmeyeceği bir oyun World of Goo. Son olarak piyasaya sürülen Ageia Physx destekli Crazy Machines 2 isimli oyunu oynayanlar demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır. Özellikle eski oyuncular tarafından 2 boyutlu oyunların aranmaya başladığı şu günlerde World of Goo iyi bir alternatif olabilir. 2D Boys tarafından geliştirilen oyun içerdiği kaliteli tema müzikleriyle bile sizi etkileyecektir.

Basit oynanışa sahip oyunumuzda gerçekleştirilmesi beklenen amaç oldukça basit. Her bölüm başında istenilen sayıda Goo'yu hedef borunun içerisine tepiştirmek. Zaman zaman karşılaşacağınız uyuyan Goo'lar, küçük parçalara ayırmanız gereken daha büyük boyutlu Goo'lar olsa da herşeyin sonu bu borulardan birine çıkmakta. Bölümleri tamamlamak için kimi zaman çok katlı kuleler yapıyor, kimi zaman köprüler kuruyoruz.



Oyun temaları ve soundtrack'leri bu boyutta bir oyun için fazla bile diyebilirim. Oyun boyunca karşılaştığım yaz, sonbahar ve kış olmak üzere üç farklı temaya arkaplan müzikleri mükemmel bir şekilde entegre edilmiş. Beni gerçekten havaya soktu arkaplan müzikleri oldukça iddialı. Ekran görüntülerine bir göz atacak olursanız oyunun havasını az da olsa hissedebilirsiniz. Herşey mükemmel görünüyor. Zaman zaman kendimi Tim Burton filmi izliyormuş gibi hissettiğim oldu, sanki bu sürreal dünyaya bu ünlü yönetmenin eli değmiş gibi. Bu görsellikleri arkaplan sesleriyle bütünleştirince yaşamak istediğim dünyada kendimi buluverdim.

Yaz temalı ilk aşamayı geçmek için oyunumuza adım atıyor ve hiçte zor olmayan hamleler yapıp sırasıyla sonbahar ve kış bölümlerine geçiyoruz. Her bölümde tema ve arkaplan müziklerimiz değişiyor. Her bir bölüm için elde etmemiz en az Goo sayısı çok yüksek rakamlar olmuyor. Fazladan boruya getirdiğimiz her Goo, son basamağımız olan World of of Goo Corporation'a katılıyor. Kurtardığımız her extra Goo'yu bu bölümde Tower of Goo olarak adlandırılan kule yapımında kullanacak ve dünya üzerindeki diğer World of Goo oyuncuları ile buradan paylaşacağız. Bu şekilde oyunun tekrar oynanabilirliği arttırılmış. Kolay geçtiğiniz bölümleri işi biraz daha zorlaştırarak çözmeye çalıştığınızda oyun çok daha keyifli oluyor. Tekrar oynanabilirlik OCD diye adlandırılmış sistem ile de sağlanıyor. Her bölüm için belirlenen OCD kriterini sağlayarak bölümleri geçebilirsiniz. Bir bulmaca oyunu için kendi zorluğunu kendi yaratma özelliği çok isabetli olmuş.
Büyük bir firma mahiyetinde olmayan 2D Boys'un hazırladığı bu oyun, es geçilmeyecek kadar ilgiyi hak ediyor.

----------------------------------------------------------------------

King's Bounty: The Legend

Bioshock neden şok etkisi yaratmış, neden beğenilmişti bu kadar? Şöyle bir hafızamızı yoklayınca hatırlıyoruz ki büyük bir sürpriz olmasıydı bunun en büyük nedeni. Birçok güzel FPS'nin çıkacağı bir dönemde aralarından fırlayıp “İşte ben!” diye haykırıyordu adeta. Genellikle sürpriz olarak piyasaya çıkmış başarılı bir oyun, beklentileri karşılayarak çıkan ismi bilinir kaliteli bir oyundan daha fazla zevk verir insana. "Genellikle" diyorum çünkü Diablo II gibi oyunlar, beklentileri tamamen karşılamamalarına rağmen deli gibi oynatmışlardır kendilerini. İşte sıra tabanlı strateji ve RPG sevenleri bekleyen bir sürpriz ile karşılaştı bu sene oyun dünyası: King's Bounty: The Legend.

Kimler okumalı, kimler oynamalı?

RPG seviyorsanız seveceğiniz, strateji seviyorsanız çok seveceğiniz, sıra tabanlı stratejilerden ve özellikle Heroes of Might & Magic serilerinden hoşlanıyorsanız mutlaka bitirene kadar oynayacağınız, hem RPG hem sıra tabanlı strateji seviyorsanız oyundaki her bölüğü yok etmeyi, tüm yan görevleri yapmayı, oyundaki her ayrıntıyı çözmeyi bitirmeden bırakamayacağınız bir oyundan bahsediyorum. Bu türlerden hiçbirisiyle ilgilenmiyorsanız; denemeyi bile düşünmüyorsanız sizler açısından yabancı terimler barındıran, sıkıcı bir yazı olabilir. (Uyarmadı demeyin.)

Başlıyoruz, ata binmeyen ünite kalmasın!

Karakter yaratarak oyuna başlıyoruz. Karakter yaratma ekranının resimleri mevcut. Warrior, Paladin ve Mage olmak üzere 3 karakter sınıfı var. İsmimizi yazıyor, oyunun zorluğunu seçiyor, karakter sınıfımıza karar veriyor, oyunda işlevi olmasa da kendimize özel bir sembol seçimi yapıp oyuna başlıyoruz. Karakterlerin farklarına yazının devamında değineceğim.

Öncelikle seviye (level) atlama olayı bu oyunda farklı. Seviye atladığınız zaman size Rune taşları ve Leadership gibi bonuslar veriliyor ve ek olarak seçeceğiniz bonus tercihinize bırakılıyor. Rune taşları bu oyunda ne işe yarıyor, sonraki satırlarda açıklamasını bulabilirsiniz. Bu bonus seçeneği her seviyede değişiyor. Örneğin, "+7 Mana / +1 Intellect" gibi iki seçenek veriliyor ve siz hangisini seçerseniz onu veriyor size. Bazen büyük tereddütler yaşayabiliyorsunuz. Verdiğim örnekte bir Mage büyük tereddüt yaşayabilirdi mesela.



Bu oyunda "Rage" ve "Chest of Rage" isimli kavramlar bizlere yabancı. Rage dediğimiz şey, savaşçının Mana'sı gibi bir şey. Savaş modunda aldığınız ve verdiğiniz hasar başına belli bir miktar Rage kazanıyorsunuz. Rage, bizim büyü kitabının savaşçılar için versiyonu olan Chest of Rage içindeki güçleri kullanmamıza yarıyor. Bu Chest of Rage, 4 ruh saklıyor içerisinde ve hepsinin farklı güçleri, bu güçlerin de belli Rage değerleri var. Bir güç kullandığınız zaman gücün gerektirdiği dinlenme miktarı kadar gücünü kullandığınız ruh dinleniyor, birkaç round kullanamıyorsunuz o ruhu yeniden. Bu ruhların ve güçlerin çeşitlerine resimlerden ulaşabilirsiniz. Karakter sınıflarının farklarından birisi bu Rage olayı. Savaşçı Rage miktarını çok çabuk doldururken Paladin biraz daha zorlanıyor, Mage ise Chest of Rage'i diğer iki karakter sınıfına göre çok daha az kullanabiliyor.

Büyü kitabının görüntüsünü ve büyüler hakkındaki bilgileri yine resimler üzerinde bulabilirsiniz ancak büyü kitabıyla ilgili olarak bize yabancı bir kavram var: Magic Crystals. Büyüleri büyü kağıtlarından (Magic Scrolls) öğreniyoruz ve öğrenmek için bizden belli bir miktar bahsettiğimiz kristallerden istiyor. Öğrenince işimiz bitmiyor, eğer az sonra bahsedeceğim yeteneklerimizden üst sınıf büyü yapabilme yeteneklerini açtırdıysak kitabımızdaki büyüleri bir üst seviyeye geçirebiliyoruz. Etkileri değişiyor, gelişiyor, hasar veren büyülerin hasar miktarları artıyor. Dolayısıyla bazı büyülerin Mana gereksinimleri de artış gösteriyor. Ona göre, geliştirmeden önce gereksinim duyacağı mana miktarına ve kapsayacağı yeni etkilere iyi bakın. Taşıyabileceğimiz büyü kağıdı miktarı sınırlı ve sınırı doldurduğumuz zaman yeni büyü kağıdı satın alamıyoruz, bunu da ek bilgi olarak belirtelim.

----------------------------------------------------------------------

Dead Space

Uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yapayım şöyle koltuğumun arkasına yaslanayım, ışıkları söndürüp, sesi de açtım mı tamamdır.. 'ama bir dakika ya oyun!' evet korkmam için atmosferi kıvamına getirebilirdim fakat bu ortamda oynayabileceğim bir oyun uzun zamandır çıkmış mıydı? En son zevkle ve korkarak oynadığım aklımda kalan son oyun F.E.A.R.'dı. En azından türe saygı duyacağım nitelikte ve korku atmosferini çok iyi yansıtan bir oyundu. Sonrasında çıkan oyunlar beni korkutmaktan çok ama çok uzaktılar. Peki 'EA'dan bu zamana kadar çıkan en korkunç atmosfere sahip oyun geliyor' haberleri beni neden heyecanlandırmıştı, sanırım cevabını verdim.
EA'nın oyunu duyurmasından ve EA Redwood Shores'un oyunu tamamlamasından bu yana meraklı bir bekleyiş sona ermiş, saat 02:00 sularında diski yükleyip oyuna başlamış bulunuyordum...

Oyunumuzda Isaac Clarke (ünlü bilim kurgu yazarı Isaac Asimov ve Arthur C. Clarke'dan etkilenilmiş) adındaki uzay mühendisinin Concordance Extraction Corporation (C.E.C.) adına galaksiler arası yaşam formları araştırması yapan USG Ishimura ana gemisi tarafından yardıma çağrılmasını konu alıyor. Bu noktada damdan düşer gibi oyuna başlamak ve hikayeye bir haber kalmak istemiyorsanız, bu noktaya nasıl gelindiğini anlatan Dead Space: Downfall animesini de şiddetle izlemenizi tavsiye ederim. Ishimura, araştırmaları çerçevesinde uzayda yasak bir bölgede üzerinde semboller olan ilginç bir yapı keşfeder. Bulduğu bu yapıyı gezegende bir çatlak oluşturarak gemiye alır ve merkeze dönmeye karar verirler. Ishimura'nın gezegenden aldıkları yapı bir tür yabancı formu da serbest bırakır. Bu yaratık türü ele geçirdikleri insanları katlettikten sonra kendi yaşam formları ile birleştirip korkunç bir hal almaktadır. Bu noktada işler istenildiği gibi gitmez ve mürettebatta garip durumlar da görülmeye başlar. Şiddet ve intihar vakaları artış göstermiş Ishimura'nın kalkış serüveni de böylelikle başarısızlığa uğramıştır. Daha sonrasında Isaac Clarke ve ekibinin aldıkları yardım çağrısı ve gemilerinin de arızaya uğraması sonucu Ishimura'ya olan serüveni de başlamış bulunur.

Dead Space klasik bir hayatta kal tarzında, üçüncü görüş açısı ile oynanan bir korku-gerilim oyunu. Isaac ile oyuna başlayıp kontrolü ele aldığınızda ilk olarak dikkatinizi herhangi bir gösterge menüsü (HUD) olmadığı çekecektir. Oyunda sağlık durumunuzu üzerinizdeki kıyafetinizin arka kısmındaki fosforlu, mavi renkte RIG adını alan barlar ve disk göstergesi anlamanıza olanak sağlıyor. Silahlarınızdaki mermi durumunu ise yine üzerlerindeki dijital gösterge görmenizi sağlıyor. Bu barlar kırmızı seviyeye düştüğünde anlamanız gereken ölmeye yakın olduğunuzdur. Disk şeklinde yer alan diğer kısım ise sizin fiziksel yeteneklerinizi kullanım esnasındaki enerji kaybınızı gösterecek.



Oyunda göstergelerin olmaması görsel olarak oyuna daha iyi adapte olmanızı sağlıyor.


----------------------------------------------------------

Pro Evolution Soccer 2009



Ülkemizdeki futbol tutkusu herkesçe mâlum. Öyle ki, bir taraftarın takımını en ön sırada destekleyebilmek için bir gün önceden sahaya gizlice girip, geceyi çimlerin üzerindeki reklam panosunun içinde geçirdiğini bile duymuştum. İnsanların gözü takımlarının maçı olduğu akşamlar hiçbir şeyi görmeyecek noktaya gelebiliyor. En yakın arkadaşlar, hatta dostlar bile bir karşılaşmanın sonunda birbirlerine küsebiliyor dostluklarını bitirebiliyorlar. Bu kadar ilgi, yanında bilgi ve tecrübe de getiriyor mutlaka. Herkes futbol hakkında belli yorumlar yapabilecek(tipik ağzı olan konuşuyor vakası) bilgi seviyesine erişmiş vaziyette. Elbette ki böyle bir topluluğa bir futbol oyununu benimsetmek zor bir iş olmuştur. Fakat Konami, PES serisi ile bu zor işin üstesinden gelmesini bilmiştir.


PES 2009�un büyük büyük babasının dedesi, International Superstar Soccer Pro (1997)




Hatırlayacağınız üzere PES serisinin ilk oyunu(= winning eleven 5) 2001 yılının ekim ayında PlayStation ve PlayStation 2 platformları için çıkmıştı ve oldukça beğenilmişti. Oyunculara farklı bir deneyim vaat eden bu oyunu biz PC oyuncuları ancak 2 yıl sonra deneyecektik. Bu bizim için öyle bir deneyim olacaktı ki bir daha gamepadleri elimizden düşüremez hale gelecektik. Gerek sıra dışı ama gerçeğe çok yaklaşan oynanabilirliği, gerekse verdiği eğlence ile futbolseverlerin birçoğunun gözdesi olacaktı PES.

Serinin en beğenilen oyunu PES 6 idi. Oynanabilirlikte zirveye çıkmıştı, bu da PES'in futbol oyunları arasından iyice sıyrılmasını ve futbol sevdalılarının neredeyse tamamının bu seriye yönelmesine sebep olmuştu. Bu büyük bir başarıydı. Fakat ne olduysa Konami çalışanları bu güzel oynanabilirliği değiştirdiler PES 2008'de. Oyuncular beklediklerini bulamadılar. Grafikler gelişmişti ama malesef artık PES eskisi gibi değildi. Yapımcılar PES 2009 için oyuncuların içini rahatlatmak istiyordu. PES 6'daki oynanışı birçok yenilikle geri getireceklerini açıklamışlardı. Bu açıklamalar biz oyuncuları birkaç aylık bir bekleyiş uçurumundan aşağı itivermişti.


International Superstar Soccer�in torununun torununun oğlu Pro Evolution Soccer 2009


Bekleyişimiz sona erdi ve PES 2009 hard-diskimizde yerini aldı. Her yeni PES'te olduğu gibi bu sene de güzel bir soundtrack eşliğinde başarı ile hazırlanmış bir giriş videosu karşılıyor bizi açılışta. Hemen sonrasında karşımıza gelen menü gerek verdiği hava, gerek renk paleti olarak olarak video ile birebir uyum içinde. Menü dizaynı bu sene çok başarılı. Özellikle açık renklerin tercih edilmiş olması daha hoş bir görüntü sunuyor. Taktik ayarlarını belirlediğimiz ekran, ana menü, maç öncesi ayarları için kullandığımız menü bir önceki oyuna göre daha şık görünüyor. Bu durum da oyunun havasını olumlu yönde etkilemiş. Menülerde gezindiğimiz sırada bize eşlik eden müzikler de çok güzel. Oyunda toplam 60 farklı şarkı bulunmakta. Ana menüde bulunan gallery seçeneği ile playliste ulaşabilir hangi şarkının hangi ekranda çalacağını ayarlayabilirsiniz. Bu ayarları yapmazsanız sürekli aynı şarkılara denk gelme olasılığınız bir hayli yüksek. Özellikle Master League gibi oyun türleri sırasında oldukça sık dinleyeceksiniz şarkıları ve malesef bir süre sonra insan "artık yeter" noktasına gelebiliyor. Bu gibi durumların önüne geçmek için playlist editore bir uğrayın.


----------------------------------------------------------------------


Dracula 3: The Path of the Dragon

Bram Stoker, 1897'de kaleme aldığından günümüze türlü şekillerde karşımıza çıkan Dracula, oyun dünyasında da birçok oyuna esin kaynağı oldu. Yıllardır emdiği kanlara rağmen, etini, sütünü ve yününü oyun ve film yapımcılarına bırakmış Dracula'yı bir adventure oyunu olarak tekrar karşımızda görmek, "yine mi hüsran ?" sorusunu mutlak ki getirdi akıllara. Amma velâkin yapımcı koltuğunda Voyage, Nostradamus, Cleopatra gibi oyunlarla özel bir kitle edinmiş Kheops Studio nun olması umudumuzu yeşertmeye yetti. Daha önce dreamcatcher tarafından çıkarılan, iki vasat sayılabilinecek oyundan sonra Kheops Studio'ya emanet edilen serinin üçüncü versiyonu Dracula 3: The Path of the Dragon bakalım kont dracula hazretlerine yaraşır bir oyun haline gelmiş mi?

Ejderin yolunda Bruce Lee�nin uzağında

Senaryo açısından Bram Stoker'ın eserinin tamamlayıcı niteliğindeki ilk iki oyundan sonra, bu sefer olaya dışarıdan, bir rahibin gözünden bakıyoruz. Oyundaki baş karakter peder Arno Moriani Vatikan tarafından, Transilvanya'da hayatını kaybetmiş Doktor Martha Calugaru'nun azize mertebesine yükseltilip, yükseltilmemesiyle ilgili araştırma yapıp, rapor sunması amacıyla Transilvanya'ya gönderilir. Martha Calugarul'un Mezarında dua eden yerli halk, duaların kabul olduğundan ve hastaların iyileştiğinden bahsetmekte, kilisede Martha'yı azize ilan ederek olaya dinsel bir kulp bulma amacındadır. Arno Moriani Transilvanya'da yaptığı çalışmalarında her yolun Dracula'ya çıkmasıyla, kilise pedere yeni bir görev vererek, bu hurafeyi açığa çıkarmasını ve insanları tekrar dine yönlendirmesini ister. Ve bu şekilde pederin Türkiye'yi de içine alan ejderin yolu üzerindeki macerası başlamış olur.

Anlayacağınız üzere oyunumuz canavarlar, vampirler ve fantastik masallar üzerine kurulmuş bir oyun değil. Yaşamış karakterleri referans veren, gerçek araştırmalar ve tarihin üzerine, anlatılan dracula hikâyelerini serpiştiren bir oyun. 1. dünya savaşından, Osmanlı-Romanya-Macar ilişkilerine, Gizli topluluklardan, Vlad Tepeş'in hayatına kadar birçok gerçek tarihi olgular ve anlatılan hikâyelerle, yazılan romanların bir sentezini görebiliyorsunuz oyunda. Şunu da eklemeden geçmeyeyim, oyunun çok(hatta çok) büyük bir kısmında hiç bir vampire rastlamayacaksınız. Çoğu kimse bunun oyun için bir eksi olduğunu düşünse ve daha çok kan, vampir beklese de bence oyunu iyi kılan en önemli tarafı.


8-C Ders Programı
 
Pazart.| İng. | İnkilap | İnkilap | Türkçe | Türkçe | Müzik

Salı | Din | Din | Beden | Fen | İng. | İng.

Çarşa.| Reh. | Türkçe | Türkçe | Mat. | Mat. | Resim

Perşe.| Beden | Beden | Mat. | Fen | Fen | İnkilap

Cuma| Tekno | Tekno | Türkçe | İng. | Fen | Mat.

Efsane 8-C
 
8-C SıNıFı: Maks.Makara Maks. Kavga Maks. Sevinç Min. Gürültü xD Min. Yaramazlık Maks. Delilik
KaNKaLaRıM
 
Oğuzcan [KöfTe]
Doruk [Shark]
Hakan [SaRhOş]
Reklam ßöLümü
 
Karşılıklı Reklam İstiyenler İletişim'e Geçsin!

MsN: the_ogame_yenilmez_@hotmail.com



Site Sahibinin Favori Oyunları
 
1-) Silkroad Online
2-) RuneScape
 
Açıldığından Beri 26926 ziyaretçi (61916 klik) kişi girdi!
Copyright © BilgisayarKurdu, 2008. Tüm Hakları Saklıdır Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol